9 Ekim 2010 Cumartesi

"şu kadın" olma durumu

İlk defa bir okulda, öğrenci değilim, masanın diğer tarafındayım. "hoca" tarafında. öğrenciler tarafında ise"şu kadın"ım yani artık. Hayır şu kadın olmak istemiyorum.
Tamam hoş bir yanı var "özge hoca" olmanın, insanı alttan alttan pohpohlayan mı desem. Daha kibar olmak istiyorum: insanın kendine güvenini artıran diyeyim.
Öğrenci olma durumundan hiç de uzak olmadığımdan, pek öyle de davranmıyorum. Hatta öğrencilerle vakit geçirme ihtimali diğer hocalarla vakit geçirme ihtimalinden daha güzel geliyor vs...
Birsürü yeni durum var yani. Daha önce hiç bir refleks geliştirmediğim durumlarla karşılaştığım oluyor. O an aklıma gelen ilk biçimde karşılıyorum. "hocam yarın rölöve dersi yapmasak, uğur tanyeli söyleşisine gitsek" diyorlar. bana. Ben de tamaaam, tabi çok iyi fikir, ben de gitmek istiyorum zaten. Beni de götürün filan diyorum. Doğru diyorum bence.
Bölüm kendi içinde bi dünya, diğer kampüslerden uzak. Kendi halinde. Yok yök'ün türban meselesini çözdüğü çözmediği filan... hepsi de yalan. Zaten insanlar kendi içlerinde farklı şekillerde çözmüş durumdalar. ya da çözmüş demeyelim de işte bunula bi şekil yaşamanın ortak bi yolunu uydurmuş durumdalar diyelim. Ama ben bu konumda olmamıştım hiç. Geçen ders başı kapalı bir öğrenci ders arasında yanıma geldi. -oysa bir önceki ders de o şekilde derse katılmıştı- geldi ve "hocam derse 'kapalı' girebilir miyim" diyerek izin istedi, ya da işte formalite icabı sordu, bilmiyorum. bana ne zaten. Yani ben bu gence hayır giremezsin desem kafasındakini çıkarıp saçlarını savurup, peki mi dicekti, yoksa o zaman derse girmiyorum mu dicekti... belki de onun bana kıyasla daha hazırlıklı olduğu bir durumdur bu ve çantasında peruğunu filan taşıyordur ne bileyim.
Ben ne dedim. Bi kaldım böyle önce, aklımdan bin türlü şey geçti. Bi de bu "kapalı kelimesi hep çok komik gelir bana dalga geçerim, "düğme var on/off kapatıyosun açıyosun" filan diye, o geldi aklıma gülmek istedim "neyi kapatıcan, düğmeyi mi?" diyesim geldi:), ama tuttum kendimi ...Tek şey söyledim "benim için fark etmez." Ama böyle bi düşündüm hemen ardından, "benim kafama, orama burama, bi yerime takılı bir, "ne tanrı ne devlet..." pankartı filan gibi bişeyle derse girdiğim ve başıma bişey gelmeyeceğini senin de bildiğin gün, sen de bu kafandaki şeysle girebilirsin derse" mi deseydim acaba. Ama ben zaten derse böyle bi şeyle girmem ki niye gireyim?... Yani bunu hiç bi zaman çok umursamamıştım, ama ilk kez biri benden izin istedi ya da istiyormuş gibi yaptı. yani bu konuda yetkiliymişim gibi bi durum vardı. O sınıftaki insanların kafasının örtülü ya da örtüsüz olmasından sorumluymuşum gibi ki bunu istemiyorum. Değil yetkili-sorumlu-herneyse o -olmak, kenarından bile bulaşmak istemiyorum.
Garip bir sistem bu, bindik bir alamete....

YüksekHızlıTren'de


Yüksek hızlı tren, gerçekten hızlı. 250km/saat den fazla hız yapıyor. birbuçuk saatte Eskişehir'desin. Film gösterilen, hızı ve sonraki istasyonu gösteren ekranlar var. Hostesler kulaklıkları trene bindiğinde koltuklara bırakmış oluyor ya da "kulaklık isteyenler lütfen talep etsin" diyerek vagonlarda dolaşıyorlar. Merak ediyorum... Kapalı plastik poşetler içinde dağıtılan ve tek kullanımlık gibi görünen bu kulaklıklara sonra ne oluyor? Hepsi çöpe mi gidiyor yoksa sırf bu kulaklıklar için bir geri dönüşüm mekanizması mı kurulmuş? (hiç sanmıyorum)
Kulaklık israfı bir yana, tcdd'nin film arşivinde birden fazla film mevcut mu diye merak içerisindeyim. Hatta elimdeki birbuçuk saatlik filmlerden mi bağışlasanm diye düşünüyorum. Haftada dört kez yolculuk ettiğim hızlı trenlerde hep aynı film gösteriliyordu. Bunu başta anlamamıştım çünkü filmi izlemeye yeltenmemiştim. Arada bir gözüm takılıyordu 5 dk filan izliyordum. Bir sonraki tren yolculuğumda başka bir beş dk lık sahneyi görüp aynı film olduğunu anlamıyordum. Ama elbette sonunda anladım ve yaklaşık 4-5 seferde filmin bir önünü bir arkasını derken, geçen cuma bütün parçaları bir araya getirdim. Filmi başından sonuna kadar izlemiş oldum. bitti.
Müzik konusunda da performans çok farklı sayılmaz. kubat, adını bilmediğim bir türkücü, sertap erener... Mp3 player'in şarjı bittiğinde sertap dinler oldum. Yeni albümündeki şarkıların sözlerini neredeyse ezberledim. Zaten kolay ezberlenir şarkılar. Bir şarkının da disko müzikli 4-5 versiyonu var albümde, tam o sırada uykuya dalıyorum genelde. Aynı disko ritimleriyle giden bu şarkılar baya uyutuyor beni. hatta geçenlerde trenin durduğunu bile fark etmemişim. Uyandığımda hostesin sesi artık baya yükselmişti; "bayan, bayannn, bayaaannnn!!! Ankara'ya geldikk."
Yemekli vagonun da işe yaramaz olduğunu düşünürsek, hızlı tren yolculuğunda termosta kahve, kitap, mp3 player, ve cam kenarı koltuk olmazsa olmaz....
Seviyorum ama yine de -hala- tren yolculuğunu.
Bıkmamak dileğiyle...

4 Ekim 2010 Pazartesi

"Dön gel sistem ne olursun, bankolara, geriye.."

04.10.2010 tarihli e-pasaport sıkıntısı kaydı:
"e-pasaport; sıkça sorulan sorularrr: Başvuru işlemi ne kadar sürmektedir?
Başvuru işlemi ortalama olarak 5-10 dk. içinde tamamlanmaktadır. Başvuru sırasında alınan bilgiler yaklaşık 30 saniye içinde güvenlikli elektronik ortamda tanzim merkezine iletilmekte ve kişiselleştirme (baskı/yazım) sırasına girmektedir."
Bu açıklamaya "ideal koşullarda ya da işte sürtünmesiz ortamda, oda sıcaklığında vs" gibi bir şeyler eklenmeli sanırım. Mesela, "Sistem alıp başını bilinmezlere doğru gitmeye karar vermediği günlerde." denmesini uygun görüyorum.
Hayır madem bu kadar kolaymış bu 5-10 dk lar 30 sn ler falan, peki neden saatlerce bekledim ve başvurumu yapamadan eve döndüm???
"Sistem gitti." dediler, "ne zaman gelir, bilmiyoruz" dediler, "bekleyin ama boşuna bekliyor da olabilirsiniz.." dediler. bir de bunu söylerken gülümsediler. Aman ne sempati.... ne hoşşş...
Ben de son olarak kimdir bu "sistem" den sorumlu insan/lar, onlara soralım o zaman, "sistem"in ne zaman geleceğini dedim. Onların kim olduğu da bilinmiyor, efsanevi yaratıklar olmalı, diye düşündüm... Sistem de böyle in gibi cin gibi bişey....
Ankara Emniyet müdürlüğünde sistem "yıkanmaya dereye" gider, ve ne zaman geleceğini kimseler bilemez. "Dön gel sistem ne olursun bankolara, geriye" diye yalvarır herkes, ama nedense sistem inatçıdır, gelmez bir türlü....
İşte 5-10 dk lık e-pasaport başvurusu, "hadi ordan!" diyorum sadece.